Bir Avuç ile uzaklar yakın!
Hayat yolculuğu bu, inişleri ve çıkışlarıyla, bazen farkında olmadan, bazen de nefsimize yenik düşerek hatalara sürüklendiğimiz bir serüven. İşte böyle anlarda, insanın ruhunu sıkıştıran o ağırlıktan kurtulma, yeniden doğmuş gibi tertemiz bir sayfa açma arzusudur tövbe. Bu arayışın en samimi ifadesi, en kalpten yakarışıdır dua. Bizler de Bir Avuç Derneği olarak, sadece maddi yardımlaşmanın değil, aynı zamanda manevi bir dayanışmanın da ne kadar kıymetli olduğunu biliyoruz. Gönüllülerimizle omuz omuza verirken, ihtiyaç sahibi bir ailenin kapısını çalarken hissettiğimiz o manevi huzurun temelinde, aslında hep bir arınma ve Rabbimize daha yakın olma isteği yatar. Bu derin ve kişisel yolculukta, dilimizden dökülen en kıymetli sözlerden biri de şüphesiz Tövbe istiğfar (tevbe) duası anlamı ile ruhumuzda buluşur. Bu dua, sadece kelimelerden ibaret bir tekrar değil, aynı zamanda kalbin Allah'a yeniden yönelişinin, pişmanlığın ve affedilme umudunun en içten ilanıdır.
Tövbe etmek, genellikle dil ile söylenen bir dizi cümleden ibaret sanılır. "Estağfirullah el-azîm ve etûbü ileyh" deriz ve sanki her şey bitmiş, üzerimizdeki yük kalkmış gibi hissederiz. Elbette bu sözler çok kıymetlidir, bir kapıyı aralamaktır. Ama asıl mesele, o kapıdan içeriye kalbin de girmesidir. Düşünsenize, bir arkadaşınızın kalbini kırdınız ve ondan sadece kuru bir "özür dilerim" ile af diliyorsunuz ama hal ve hareketlerinizde hiçbir değişiklik yok. O özür ne kadar samimi gelir? İşte Rabbimizle olan ilişkimiz de böyledir. Tövbe, pişmanlığın kalpte hissedilen gerçek bir sızısıdır. O hatayı yaptığına öylesine üzülürsün ki, bir daha ona dönmemek için içinde çelikten bir irade oluşur. Bu, nefse karşı verilen en büyük mücadelelerden biridir ve samimiyetin en net göstergesidir.
Bu samimiyetin ispatı ise eyleme dökülen pişmanlıktır. Yaptığımız hatanın telafisi için çabalamak, tövbenin en önemli parçasıdır. Eğer birinin hakkına girdiysek helalleşmek, eğer bir ibadeti aksattıysak onu telafi etmeye çalışmak... İşte bunlar, tövbenin sadece dilde kalmadığını, ruhumuza ve hayatımıza işlediğini gösterir. Bizler Bir Avuç Derneği çatısı altında, aslında bu ruhu yaşatmaya çalışıyoruz. Gönüllülerimizle birlikte bir erzak kolisini hazırlarken, bir yetimin başını okşarken, aslında "Ya Rabbi, bizler de aciz kullarınız, hatalarımız var. Bu yaptığımız küçücük iyiliği, günahlarımıza kefaret eyle" diye dua ediyoruz. Yaptığımız her yardım, aslında kendi ruhumuzu onarma, tövbemizin samimiyetini gösterme çabamızdır. Çünkü biliyoruz ki, Allah'ın kullarına merhamet edene, Allah da merhamet eder.
Gerçek bir tövbe, insanı daha iyi bir birey haline getirir. Artık eskisinden daha merhametli, daha anlayışlı, daha yardımsever olursun. Çünkü hatanın ne demek olduğunu, düşenin halini en iyi sen anlarsın. Bu yüzden istiğfar, pasif bir bekleyiş değil, aktif bir arınma ve dönüşüm sürecidir. İnsanı hamlıktan olgunluğa taşıyan, onu daha hassas bir mümin yapan bir mekteptir. Bu mektepten mezun olmanın yolu da kalbi, dili ve eylemleri aynı samimiyet potasında eritebilmekten geçer. Bir yandan gözyaşlarıyla af dilerken, diğer yandan ellerimizle bir hayra vesile olmak, işte tövbenin en güzel, en makbul halidir.
İstiğfar, yani Allah'tan bağışlanma dilemek, kulun acizliğini ve Rabbinin sonsuz büyüklüğünü idrak etmesidir. Bu, bir "ben yaptım, bitti" isyanı değil, "Ya Rabbi, ben aciz düştüm, Sen ise sonsuz merhamet sahibisin, beni affeyle" yakarışıdır. Bu yakarışın özünde derin bir umut yatar. Kur'an-ı Kerim'de Rabbimiz, "Ey kendilerinin aleyhine günahta haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir." (Zümer, 53) buyurarak bize kapının her daim açık olduğunu müjdeliyor. Bu ayet, en karanlık anlarımızda bile içimizi aydınlatan bir umut ışığıdır. Günahımız ne kadar büyük olursa olsun, Allah'ın rahmetinin ondan daha büyük olduğunu bilmektir istiğfar.
Bu kapıyı çalmanın da bir adabı vardır. Pişmanlık dolu bir kalp, yaşaran gözler ve samimiyetle açılan eller... İşte bu, kulun Rabbine sunabileceği en değerli hediyedir. Bu sadece belirli zamanlarda yapılan bir ritüel de değildir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) günahsız olduğu halde günde yetmiş veya yüz defa istiğfar ettiğini buyurmuştur. Bu bize gösteriyor ki istiğfar, sadece günahkarlar için değil, aynı zamanda Allah ile bağını sürekli canlı tutmak isteyen her mümin için bir zikir, bir arınma ve manevi bir gıdadır. Bazen yolda yürürken, bazen işimizi yaparken dilimizden dökülüveren bir "Estağfirullah", farkında olmadan kalbimizdeki pası siler, ruhumuzu hafifletir. Bizim dernek çalışmalarımızdaki o yorgun ama huzurlu anlar gibi... Bazen bir koli taşırken nefes nefese kalırsın ama dilinden istiğfar dökülür, o yorgunluk sanki manevi bir güce dönüşür.
İstiğfarın toplumsal bir boyutu da vardır. Kendi günahlarımız için af dilerken, aslında toplumun da bir parçası olduğumuzu hatırlarız. Çevremizde gördüğümüz haksızlıklara, zulümlere, ihtiyaç sahiplerinin durumuna kayıtsız kalmak da bir tür vebaldir. İşte bu yüzden, istiğfarımız sadece kendi nefsimiz için değil, aynı zamanda ümmetin ve tüm insanlığın selameti için de olmalıdır. Bir Avuç Derneği olarak bizler, bu bilinci her zaman canlı tutmaya gayret ediyoruz. Bir yerde bir mazlum varsa, bir yerde bir açlık varsa, orada bize de bir sorumluluk düşüyor demektir. Yaptığımız her yardım faaliyeti, aslında bu sorumluluğun bir gereği ve toplumsal bir istiğfar çabasıdır. "Ya Rabbi, bizleri affet, bizleri bu kardeşlerimize vesile kıldığın için sana şükürler olsun" duası, her zaman dilimizde ve kalbimizdedir.
Tövbe, bir son değil, yepyeni bir başlangıçtır. Geçmişin hatalarından arınmış, geleceğe umutla bakan bir ruhun ilk adımıdır. Ancak bu başlangıcın sağlam olması, atılacak adımların samimiyetine bağlıdır. Tövbe ettikten sonra eski alışkanlıklara geri dönmek, o temizlenmiş sayfayı yeniden kirletmek gibidir. Asıl maharet, tövbenin ardından hayatı iyilikle, güzellikle ve hayırla donatmaktır. İşte bu noktada, "Bir Avuç İyilik" felsefesi devreye giriyor. Adımızda da taşıdığımız bu ruh, aslında tövbe sonrası hayatın nasıl şekillenmesi gerektiğinin bir özetidir. Bir avuç gibi görünen o küçücük iyiliklerin, aslında ne kadar büyük dalgalar oluşturabileceğini, ne kadar büyük boşlukları doldurabileceğini bilmektir.
Geçmişte yaptığımız bir hatanın verdiği pişmanlığı, gelecekte yapacağımız bir iyiliğe dönüştürebiliriz. Örneğin, israf ettiğimiz zamanları düşünüp pişman olduysak, şimdi zamanımızı daha değerli kılabilir, birkaç saatimizi bir hayır kurumunda gönüllü olarak geçirebiliriz. Geçmişte cimrilik ettiysek, şimdi cömertliğin kapısını aralayabilir, kazancımızın bir kısmını ihtiyaç sahipleriyle paylaşarak tövbemizi somut bir eyleme dökebiliriz. Biz derneğimizde bunun sayısız örneğini görüyoruz. "Hocam, ben eskiden hiç böyle şeyleri düşünmezdim ama şimdi bir ailenin bir aylık mutfak masrafını karşılayınca içimdeki huzuru hiçbir şeye değişmem" diyen nice gönül dostumuz var. Bu, tövbenin insanı nasıl dönüştürdüğünün, nasıl daha erdemli bir yola sevk ettiğinin en canlı kanıtıdır.
Unutmayalım ki, şeytanın en çok istediği şeylerden biri, tövbe ettikten sonra insana yeniden günahı sevdirerek onu umutsuzluğa düşürmektir. "Battı balık yan gider" dedirtmektir. Oysa bizim inancımızda umutsuzluğa asla yer yoktur. Her düşüşün bir kalkışı, her hatanın bir telafisi vardır. Bu telafinin en güzel yolu da başkalarının hayatına dokunmaktan geçer. Bir öğrenciye burs vererek onun eğitim hayallerine ortak olmak, soğuk bir kış gününde bir ailenin evine yakacak götürerek onların ısınmasına vesile olmak, işte bunlar şeytanın fısıltılarına karşı en güçlü kalkandır. Yaptığınız her iyilik, sizi eski hatalarınızdan bir adım daha uzaklaştırır ve Allah'a bir adım daha yaklaştırır. Bir avuç kömür, bir avuç un gibi görünen yardımlarınız, aslında manevi dünyanızda yaktığınız ve sizi aydınlatan birer meşaleye dönüşür. Tövbe bir kapıdır, o kapıdan geçtikten sonra ise bizi iyiliklerle dolu, upuzun ve aydınlık bir yol bekler.